Arkeolojik Kanıtlar: Tabletler, Mühürler ve Tapınak Yazıtlarında Anunnaki

Arkeolojik Kanıtlar: Tabletler, Mühürler ve Tapınak Yazıtlarında Anunnaki
Anunnaki kavramı, yalnızca mitolojik bir anlatı değil, aynı zamanda binlerce yıllık arkeolojik belgelerle doğrulanan bir inanç sistemidir. Sümer, Akad, Babil ve Asur dönemlerinden kalan çivi yazılı tabletler, tapınak yazıtları ve silindir mühürler, bu tanrılar topluluğunun Mezopotamya halklarının yaşamında ne kadar köklü bir yer tuttuğunu gösterir. Arkeolojik bulgular sayesinde Anunnaki’nin soyut bir söylenceden ibaret olmadığı, dönemin sosyal, dini ve politik düzenini yansıtan bir sistemin adı olduğu anlaşılmıştır.
Mezopotamya arkeolojisi, 19. yüzyılın ortalarından itibaren büyük bir ivme kazanmıştır. İlk kazılar, İngiliz arkeolog Austen Henry Layard’ın 1840’larda Ninova ve Nimrud’da yaptığı çalışmalarla başlamış, ardından Hormuzd Rassam, Henry Rawlinson ve Leonard Woolley gibi araştırmacılar bölgeyi ayrıntılı biçimde incelemiştir. Bu kazılarda ortaya çıkarılan yüz binlerce çivi yazılı tablet, Mezopotamya uygarlıklarının inanç sistemini anlamamızı sağlamıştır. Bu tabletlerin çoğu dini ilahiler, dua metinleri, efsaneler ve kraliyet yazıtlarıdır. Bu metinlerde Anunnaki adı onlarca kez geçer ve her defasında ilahi düzeni temsil eden bir grup tanrıyı işaret eder.
Uruk, Nippur, Ur ve Eridu gibi şehirlerde yapılan kazılarda Anunnaki’ye atıfta bulunan en eski belgeler bulunmuştur. Nippur’da keşfedilen “Enlil’e Adanmış İlahiler” arasında Anunnakilerin adı açıkça geçer. Bir tablette şu ifadeler yer alır: “Ekur’un büyük meclisinde Anunnaki toplandı, göğün ve yerin yasasını belirlediler.” Bu ifade, tanrılar meclisinin fiziksel bir tapınakla ilişkilendirildiğini gösterir. Ekur tapınağı yalnızca bir ibadet yeri değil, aynı zamanda kozmik düzenin sembolüydü. Sümer rahipleri burada yılın belirli zamanlarında düzenledikleri törenlerle Anunnaki tanrılarını onurlandırırdı.
Uruk kentinde yapılan kazılarda, Gılgamış dönemine tarihlenen kil tabletlerde de Anunnaki adına rastlanır. Bu tabletlerde, Anunnakilerin tanrılar toplantısında kararlar aldığı, insanların kaderini belirlediği anlatılır. Bu metinlerin dili Sümerce’dir, ancak aynı anlatı biçimi daha sonraki Akadca ve Babilce metinlerde de sürmüştür. Bu süreklilik, Anunnaki kavramının kültürler arası aktarım gücünü kanıtlar. Arkeologlar, Uruk tapınak kompleksinde bulunan adak listelerinde, “Anunnaki tanrılarına sunulan arpa, bira ve yağ” ifadelerine rastlamıştır. Bu, Anunnakilere yönelik özel bir kültün varlığını işaret eder.
Eridu kazılarında Enki’ye adanmış E-Abzu tapınağında da Anunnaki’ye ilişkin yazıtlar bulunmuştur. Enki’nin “Dünya Düzeni” adlı metninde Anunnakiler, dünyanın düzenlenmesi sırasında görev alan ilahi varlıklar olarak geçer. Bu tapınakta bulunan çivi yazılı levhalardan biri şöyle der: “Enki, suların efendisi, Anunnaki’ye emir verdi; her biri kendi ülkesine gitti.” Bu cümle, mitolojik anlatının dinsel pratiklerle nasıl iç içe geçtiğini gösterir. Rahiplerin bu metinleri törensel amaçlarla yüksek sesle okudukları, tapınak ritüellerinin bir parçası haline getirdikleri düşünülür.
Arkeolojik açıdan en etkileyici kanıtlardan biri silindir mühürlerdir. Silindir mühürler, Mezopotamya’da hem idari hem de dini semboller olarak kullanılmıştır. Mühürlerin yüzeyine oyulan sahneler, genellikle tanrılar, tapınaklar, kutsal hayvanlar ve ritüel sahneleri betimler. Bazı mühürlerde bir tahtta oturan tanrıya diz çökmüş figürler ve onların arkasında kanatlı varlıklar görülür. Bu sahneler, Anunnaki konseyi veya tanrılar meclisiyle ilişkilendirilir. British Museum koleksiyonundaki ünlü Adda Mührü, bu tür sahnelerin en bilinen örneklerinden biridir. Mühürde, su tanrısı Enki (Ea) omuzlarından sular akar biçimde resmedilmiş, yanında Güneş Tanrısı Utu ve Aşk Tanrıçası İnanna betimlenmiştir. Bu üçlü kompozisyon, Anunnaki’nin en yüksek üyelerini temsil eder.
Silindir mühürlerde sıkça karşılaşılan bir diğer sahne de “insanın yaratılışı” temasıdır. Bu mühürlerde tanrılar bir masanın etrafında toplanmış, kil bir figür üzerinde işlem yaparken gösterilir. Arkeologlar bu sahnelerin Atrahasis Destanı’ndaki yaratılış bölümüne karşılık geldiğini düşünür. Çünkü destanda Anunnakiler, insanın yaratılışına tanıklık eden tanrılar topluluğu olarak yer alır. Bu mühürlerdeki simgesel anlatım, Sümer dininin en derin kavramlarını görsel bir dile dönüştürür.
Tapınak duvarlarında ve stellerde yer alan yazıtlar da Anunnaki inancının varlığını gösteren başka kanıtlardır. Özellikle Ur şehrinde bulunan Ay Tanrısı Nanna Tapınağı’na ait yazıtlarda “Anunnaki’ye dua” ifadesi geçer. Bu tapınak yazıtlarında rahipler, ayın döngüsüne göre düzenledikleri törenlerde Anunnakilerin isimlerini zikrederdi. Bu, tanrıların yalnızca göksel olaylarla değil, zamanın akışıyla da ilişkilendirildiğini gösterir. Babil döneminde yazılan Enûma Eliš tabletlerinde ise Anunnakilerin Marduk tarafından yeniden düzenlenen evrende rollerinin belirlendiği anlatılır. Bu metin, hem teolojik hem de siyasi bir bildiridir; Marduk’un üstünlüğünü meşrulaştırırken eski tanrılar olan Anunnakilere yeni görevler atar.
Ninova’daki Asurbanipal Kütüphanesi’nde bulunan Gılgamış Destanı’nın Akadca versiyonu da Anunnaki inancının sürekliliğini belgeleyen önemli bir kaynaktır. Bu destanın 11. tableti, tufan olayını anlatır. Burada “Anunnaki tanrıları göğü ateşle doldurdular, yeraltının yedi yargıcı karanlıktan yükseldi” cümlesi geçer. Bu sahne, Sümer’de göksel tanrılar olarak bilinen Anunnakilerin, Babil ve Asur dönemlerinde yeraltı yargıçlarına dönüşmüş biçimini gösterir. Aynı metinde, tufan sona erdiğinde tanrıların pişmanlık duyduğu anlatılır. Bu, Anunnakilerin insani duygularla betimlendiği bir dönemi yansıtır.
Ur kazılarında Leonard Woolley tarafından 1920’lerde yapılan kazılar sırasında, kraliyet mezarlarında bulunan mühürler ve adak nesneleri, Anunnaki kültünün ölümle ilişkilendirilen yönünü de açığa çıkarmıştır. Mezarlarda ölülerin yanına bırakılan mühürler üzerinde Anunnaki’ye adanmış simgeler bulunur. Bu mühürlerde genellikle yıldız biçimli bir sembol ve yedi küçük daire yer alır. Bu yedi daire, Sümer’in yedi büyük tanrısını, yani Anunnaki’nin çekirdek üyelerini temsil eder. Bu semboller, ölen kişinin ruhunun tanrılar huzuruna kabulü için bir tür ruhsal geçiş belgesi işlevi görmüş olabilir.
Bu arkeolojik veriler, Anunnaki inancının yalnızca metinlerde değil, günlük yaşamda da var olduğunu gösterir. Sümer ve Babil toplumlarında her tapınakta tanrılara ait bir “tablet odası” bulunurdu. Bu odalarda dualar, ilahiler ve ilahi kararlar çivi yazısıyla kaydedilirdi. Bu uygulama, tanrısal düzenin kayıt altına alınması anlamına gelir. Anunnaki meclisinin göksel yasaları belirlediği inancı, rahiplerin bu dünyada yazıya döktüğü metinlerle sembolleştirilmişti. Böylece yazı, ilahi iradenin aracı haline gelmişti.
Modern arkeoloji ve filoloji çalışmaları, Anunnaki’ye ilişkin kanıtların tamamını sistematik biçimde belgelemeye devam etmektedir. The Electronic Text Corpus of Sumerian Literature (ETCSL) ve Cuneiform Digital Library Initiative (CDLI) gibi dijital arşivler, Anunnaki adının geçtiği yüzlerce tableti çevrimiçi erişime açmıştır. Bu veriler sayesinde, her dönemde Anunnaki kavramının nasıl değiştiği izlenebilir hale gelmiştir. Sümer’de göksel meclis olarak başlayan bu inanç, Akad’da yönetici tanrılar topluluğuna, Babil’de ise yeraltı yargıçlarına dönüşmüştür. Ancak hiçbir dönemde tamamen unutulmamıştır.
Sonuç olarak Anunnaki inancı, arkeolojik bulgularla desteklenen en eski tanrılar sistemlerinden biridir. Ninova, Ur, Nippur ve Eridu kazılarında ortaya çıkan tabletler ve mühürler, bu inancın Mezopotamya kültürünün merkezinde yer aldığını açıkça göstermektedir. Anunnakiler, yazıtlarda ve mühürlerde yalnızca tanrılar olarak değil, aynı zamanda düzenin, adaletin ve kaderin sembolü olarak karşımıza çıkar. Arkeoloji, onların izlerini topraktan çıkarırken, insanlığın en eski metafizik düşüncelerinden birini de yeniden gün yüzüne çıkarmıştır. Bu nedenle Anunnaki adı, tarihöncesinden tarih bilincine uzanan bir köprünün sessiz ama kalıcı tanığıdır.
Yorumlar
Yorumlar