Akad ve Babil’de Anunnaki: İgigi Ayrımı ve Yeraltı Tanrıları

Akad ve Babil’de Anunnaki: İgigi Ayrımı ve Yeraltı Tanrıları
Sümer uygarlığının ardından Mezopotamya’nın kuzeyinde yükselen Akad ve Babil kültürleri, Anunnaki kavramını miras alarak yeniden yorumladı. Bu dönemlerde Anunnaki, göksel tanrılardan ayrılan yeraltı tanrıları anlamını kazanmaya başladı. Akadca metinlerde “Anunnaku” olarak geçen kelime, artık göğün değil yeraltının tanrılarını ifade eder hale gelmişti. Buna karşılık “İgigi” adı verilen bir diğer tanrı grubu, göksel varlıkları temsil ediyordu. Böylece Mezopotamya mitolojisinde ilahi düzen ikiye ayrıldı: göğün tanrıları ve yerin tanrıları. Bu ayrım, hem dini düşüncenin gelişimini hem de insanın ölüm ve öte dünya anlayışını kökten etkileyen bir değişim yarattı.
Akad İmparatorluğu döneminde (MÖ 2334–2154), Sümer geleneği Akad diline çevrilirken birçok kavram yeniden biçimlendirildi. Akadca, Sami kökenli bir dil olduğu için Sümerce soyut ifadeler daha somut biçimlerde yorumlandı. Bu süreçte Anunnaki adı da yeni bir anlam katmanı kazandı. Akad metinlerinde “Anunnaku” terimi, “yeryüzünün ve yeraltının tanrıları” olarak geçer. Gök tanrıları ise “İgigu” veya “İgigi” olarak adlandırılır. İgigi kelimesi, “göğe bakanlar” anlamına gelir. Bu iki grup, evrenin iki kutbunu temsil eder: biri göksel düzeni, diğeri yeraltı adaletini. Bu ayrım, Mezopotamya’nın dini sisteminde kader, ölüm ve adalet kavramlarını açıklamak için geliştirilmişti.
Babil döneminde (MÖ 1894–539) bu ayrım daha da belirginleşti. Babil’in yükselişiyle birlikte tanrı Marduk baş tanrı konumuna geldi. Yaratılış Destanı olarak bilinen Enûma Eliš adlı metinde Marduk, kaos ejderhası Tiamat’ı yenip evreni düzenler. Ardından altı yüz tanrıya görev dağılımı yapar. Bu destanda Anunnakiler iki gruba ayrılır: üç yüzü gökte, üç yüzü yeryüzünde konumlanır. Bu sayıların sembolik olduğu düşünülse de, burada açıkça görülen şey, Anunnaki kavramının evrensel bir düzen şeması olarak kullanılmasıdır. Gökteki tanrılar düzenin ışık tarafını, yeryüzü ve yeraltındaki Anunnakiler ise ölüm ve kaderin karanlık tarafını temsil eder.
Enûma Eliš’in bir bölümünde, Marduk’un Anunnakilere şöyle seslendiği yazılıdır: “Sizler, büyük tanrılar, göğün ve yerin meclisisiniz. Görevlerinizi ikiye ayırdım; kimi göğü yönetecek, kimi yeri.” Bu söz, Babil teolojisinin hiyerarşik yapısını anlatır. Anunnakiler burada artık sadece bir meclis değil, aynı zamanda birer yönetici sınıf olarak karşımıza çıkar. Babil rahipleri, tapınak törenlerinde bu düzeni yansıtır; göksel tanrılar için yüksek tapınaklarda, yeraltı tanrıları için ise çukur biçimli sunaklarda kurban sunulurdu. Bu ikili sistem, hem ritüellerde hem de metinlerde kendini gösterir.
Gılgamış Destanı, Anunnakilerin bu dönemdeki rolünü en iyi şekilde yansıtan eserlerden biridir. Akadca yazılmış bu destanda, tufan sahnesinde “yedi yargıç Anunnaki” ifadesi geçer. Bu yargıçlar, yeraltı dünyasının efendileri olarak betimlenir. Utnapiştim tufanı anlatırken şöyle der: “Anunnaki tanrıları, göğü ateşle doldurdular; yeraltının yedi yargıcı fırtına gibi geldi.” Bu sahne, Anunnakilerin artık doğrudan yeraltı ile ilişkilendirildiğini kanıtlar. Sümer’de kader belirleyen tanrılar olan Anunnakiler, Akad ve Babil’de ölülerin yargıçlarına dönüşmüştür. Bu değişim, ölümden sonraki yaşam kavrayışının geliştiği döneme denk gelir. Artık insan öldüğünde “Kur” adı verilen gölgeler diyarına iner ve orada Anunnaki yargıçları tarafından değerlendirilirdi.
Akad mitolojisinde yeraltı dünyasının kraliçesi Ereshkigal’dir. O, Enlil’in torunu ve İnanna’nın kız kardeşidir. Yeraltı sarayında yedi Anunnaki yargıcıyla birlikte hüküm sürer. “İnanna’nın Yeraltına İnişi” adlı metinde İnanna’nın ölüler diyarına inişi anlatılırken, Anunnakiler açıkça bir yargı kurulu gibi tasvir edilir. Metinde “Anunnaki gözlerini İnanna’ya dikti; bakışları ölüm bakışıydı. Sözleriyle onu yargıladılar ve cesedini bir çengele astılar” ifadesi yer alır. Bu anlatım, Anunnakilerin adalet ve intikam işleviyle özdeşleştiğini gösterir. Bu dönemde Anunnaki adının geçtiği her yerde ölüm, yargı ve cezalandırma temaları öne çıkar.
Babil rahipleri, bu dini düzeni törenlerle sürdürdüler. Yeraltı tanrılarına yapılan sunular genellikle gece gerçekleştirilirdi. Tapınakların arka bölümlerinde yer alan karanlık odalarda, kurban kanı ve içkiler toprağa dökülür, böylece yeraltı tanrılarına ulaşacağına inanılırdı. Bu ritüellerde Anunnakilerin adı sıkça anılırdı. Yazılı ilahilerde “Büyük Anunnakiler, karanlıkta karar verir; göğün ışığı onlara ulaşmaz” ifadesi bulunur. Bu tür dizeler, Anunnakilerin göksel aydınlıktan ayrılarak karanlık bir yargı meclisine dönüştüğünü açıkça gösterir.
İgigi tanrıları ise bu dönemde göksel varlıklar olarak tasavvur edilmiştir. Onlar, tanrıların hizmetkarları ve gökyüzünün bekçileridir. Atrahasis Destanı’nda İgigiler’in ağır işlerden bıkıp isyan ettiği anlatılır. Bu isyanın sonucunda Anunnakiler, insanı yaratma kararını alır. İgigiler göksel düzene geri dönmüş, Anunnakiler ise insanlarla ilişkili yeryüzü görevlerini üstlenmiştir. Bu hikâye, iki tanrılar grubunun farklı işlevlerini açıklamak için yazılmıştır. İgigiler soyut göksel güçlerdir, Anunnakiler ise kaderin somut uygulayıcıları.
Babil kozmolojisinde yeraltı dünyası, tıpkı yeryüzü gibi organize bir düzene sahipti. Kapılar, nehirler, dağlar ve tahtlarla çevrili bu diyar, “Ersetu” olarak adlandırılırdı. Anunnakiler burada ölülerin ruhlarını yargılar, kimine huzurlu bir yer, kimine sonsuz karanlık verirlerdi. Bu inanç, ölüm sonrası cezalandırma fikrinin Mezopotamya’da ne kadar erken dönemde geliştiğini gösterir. Yeraltı tapınaklarında yapılan törenlerde, rahipler Anunnakilere seslenir ve “adaletin yedi ışığı” olarak onları çağırırlardı. Bu ifade, her ne kadar karanlıkla ilişkilendirilseler de Anunnakilerin hâlâ ilahi düzenin temsilcileri olduğunu vurgular.
Babil Dönemi’nin sonlarına doğru, Anunnaki adı artık bir tanrılar grubundan çok bir sembol haline geldi. Asur metinlerinde bazen “Anunnaku rabûti” yani “Büyük Tanrılar” olarak geçer. Bu kullanım, terimin anlam genişlemesine uğradığını gösterir. Yani “Anunnaki” artık belirli tanrılar değil, tüm tanrılar topluluğunu simgeleyen bir kavrama dönüşmüştür. Fakat yine de Akad ve Babil geleneğinde bu isim en çok yeraltı yargıçlarıyla ilişkilendirilmiştir. Bu dönüşüm, Mezopotamya dini düşüncesinin mitolojik soyutlamadan ahlaki sembolizme geçişini temsil eder.
Modern bilim insanları, bu değişimi hem dilbilimsel hem teolojik açıdan inceler. Samuel Noah Kramer, “Anunnaki” kelimesinin Sümerce kökenine dikkat çekerek, Akad döneminde anlamının genişlediğini belirtir. Thorkild Jacobsen ise bu dönüşümü “tanrısal meclisin dikey hiyerarşiye dönüşmesi” olarak tanımlar. Yani Sümer’de eşit bir meclis olarak görülen tanrılar, Akad ve Babil’de üst-alt ilişkisiyle düzenlenmiştir. İgigiler üstte, Anunnakiler altta yer alır. Jeremy Black ve Anthony Green, Mezopotamya Tanrıları Sözlüğü adlı eserlerinde bu kavramın göksel kökeninden yeraltı fonksiyonuna evrildiğini detaylandırır. Onlara göre bu değişim, ölüm kültünün kurumsallaşmasının bir sonucudur.
Sonuç olarak, Akad ve Babil dönemleri Anunnaki kavramının en köklü dönüşümünü yaşadığı çağlardır. Sümer’de kader belirleyen göksel tanrılar olan Anunnakiler, bu dönemde yeraltının yargıçları ve ölüler diyarının bekçileri haline gelmiştir. İgigi adı verilen göksel tanrılarla aralarındaki ayrım, evrenin iki kutuplu düzenini yansıtır: gök ve yer, ışık ve karanlık, yaşam ve ölüm. Babil teolojisi bu ikiliği denge unsuru olarak korumuş, ritüellerini buna göre şekillendirmiştir. Bu dönemle birlikte Anunnakiler artık yalnızca tanrılar değil, aynı zamanda adalet, kader ve ölümün simgesine dönüşmüştür. Böylece Mezopotamya dini düşüncesi, mitolojik kökenlerinden çıkarak daha derin bir ahlaki anlam kazanmıştır.
Yorumlar
Yorumlar